Çarşamba, Şubat 22, 2006

sarkuteri

Annemin evi halen gayet 'Istanbullu' ve agzinin tadini bilen bir muhitte. Universitede okuldan eve donerken metrodan inip eve dogru yurudugumde sirasiyla kokorecci, sahane bir iskembeci (oyle sosyetik boklardan degil, gercek, vitrininde sivri biber ve domatesle suslenmis kelleler olan cinsinden) kurupastalari ile meshur bir firin, tulumba tatlisi ile meshur bir tatlicinin (ohh ilik, yag cekmeden kizartilmis tulumba tatlisi, insanin iki yuz yane yiyesi gelir) onunden gecerdim. Yetmezdi, butun bu sahane vitrinlerin toplamindan daha cekici, sahane iki adet sarkuteri pusuda beklerdi ki, gelinligimin icinde guzel gorunmek icin rejim yaptigim o yedi ay boyunca o vitrinlerin onunden her gecisimde (ki gunde en azindan iki kere) aklim cikti benim. Dukkana hizla dalip butun bir pastirmayi kapip kacmayi mi hayal etmedim, topikleri agzima ucer beser atmak mi istemedim, kokteyl sosislere methiye mi duzmedim, ahh sarkuterim benim, seni ne cok, ne cok severim.

Sarkuteriler ve sarkuteri urunlerine olan merakim daha eskiye dayaniyor aslinda. Annemin ben kucukken, haftanin sonuna gelmis bir halde caninin cikmis olmasi nedeniyle uydurdugu bir gelenek olan 'cuma kahvaltisi'na. Cuma aksamlari annem elinde Sutte'den alinma bir suru guzel salam, sosis, bembeyaz Polonezkoy tereyagi (ki bir gun erkenden kalp krizi gecireceksem sebebi tereyagi bagimliligimin temelini atan bu tereyagidir) vs. ile gelir, cay demler, milfoy borekleri, mis ekmekler ve bilumum guzel seylerle masamizi donatirdi. Cuma aksamlari istedigimiz kadar cay icebilir, gec yatabilirdik, cuma geceleri evde haftaicine nazaran az hir gur olurdu, annem mutlu olurdu, televizyonda Cetin Ceki ve Yasemin Kosal'in sundugu aile eglence programi Bir Baska Gece (sonra Super Baba'li zamanlar da oldu, ben azicik buyuyunce, raclette aldigimiz zamanlar) Onun icin sarkuterinin uzerimde iyilestirici, sakinlestirici, rahatlatici bir ozelligi de var. Kendime 'kiyak' yapmak istedigimde soyle guzzel bir jambonlu sandivic ismarlarim hala, ooh, bak hayat ne guzel derim.

Hem sarkuterilerin icindeki hava da insana mutluluk ve nese vermez mi? Agzinin tadini bilen insanlar olur sarkuteri ustalari, durup dururken, raki mezesi alirken sana italyan salatasi satmaya kalkmazlar (bu mayonezle kaplanmis artiklar baska bir yazi konusu ya, neyse) veya cocuksaniz bir dilim peynir tattirirlar, sakalar yaparlar, guldururler. Hem sarkuteri alisverisini genelde erkekler yaptigi icin dukkanda gerginlik, car car laf da olmaz, kasapta sira beklemek gibi gergin birsey degildir bu alisveris, rahattir, zamana yaymasi zevklidir, o dukkanda uzun uzun kalmak, mumkunse adamlarla iki cift daha laf etmek istersin. Mis kokulu, isikli, zevkle dosenmis, sahane bir ortam iste.

Onun icindir ki Koray'la kendime esnaf cinsinden bir meslek 'tutsam' bu sarkutericilik olurdu. Koray'a ustalik cok yakisirdi, agzinin tadini bilmesiyle, muhabbetiyle, elinin ayariyla, herseyiyle o tezgahi mecazen ve gercekten 'doldururdu'. (Kocam diye demiyorum vallahi:)) Ben de lakerda ustasi komsumuz Arto'yu ve karisi Diana'yi esir alir, hakkiyla meze yapmayi, lakerda yapmayi ogrenene kadar birakmazdim peslerini, ooh, sonra da kasada dururdum. Aksamlari hatirli musterilerimizle iki kadeh icer, coplenir, dukkani oyle kapatirdim. Belki yusyuvarlak olurdum yemekten, belki o kadar icki erkenden oldururdu beni ama ne gam. agzimin tadiyla yasardim.

Butun bunlari niye yazdim? Asla gerceklesmeyecek bir hayal oldugu icin. Bunu okudugum icin. Istanbul'u Istanbul yapan bir meslegin daha yavastan yokolduguna uzuldugum, sonuna yetistigime sevindigim icin. Istanbul'un nasil da giderek koylulestigini Niyazi Turan cok guzel anlattigi icin.

Zaten son yillarda cuma, thans god it's friday olmustu, hepimiz biryerdeydik, hepimiz rejimdeydik, iyice boslamistik eski seyleri. Benim evimde kahvalti sabahlari yapiliyor sadece, bir kase musli, biraz sunta ile, cuma kahvaltisini, Istanbul'u, sarkuteriyi ozledim, ondan yaziyorum.

23 Şubat, 2006 08:06, Blogger mono boyle dedi...

deniz hakkaten şanslısın böyle bi gelenek olduğu için ailende, ben hep market çocuğu-büyüğü oldum malesef, o yüzden küçük dükkanlar hiç albenili gelmez-di bana.. ta ki roma'da o nefis şarküterileri, makarnacıları, bakkalları görene kadar. gene de alışverişlerimi marketten yaparım hala, ama isterdim ki iki muhabbet attırabildiğim, bana herşeyin en güzelinden veren bi şarküterim olsa :) topik ne bu arada???

 
23 Şubat, 2006 10:57, Blogger Doruk boyle dedi...

Ben şanslılardanım ki şarküterilerin bol olduğu bir yerde, Çengelköy'de oturuyorum. Pastırmayı mesela asla marketten almam, bir parmak doğrarlar her bir dilimi. Her şey yerinden alınmalı, öyle değil mi? Bizim de Ergun'la en büyük zevkimiz hafta arası, akşam kahvaltısı etmektir. Çayımızı demler, ne varsa çıkarırız ayaklı, büyük tepsimizin üzerine. Televizyonun karşısında göbeklerimize göbek katar, sonra da "Ne olacak bizim bu halimiz!" der, güleriz.
Koray'la sen şarküterinizi açtığınızda devamlı müşterinizden olacağız, elde var biiir:)

 
23 Şubat, 2006 19:23, Blogger Cerise boyle dedi...

Yazdiklarini okurken benim de sarkuterili kucukluk gunlerim geldi aklima :)
O zamanlar cok alternatif yoktu zaten. Levent'te iki sarkuteri- kasap kivaminda dukkan vardi, hala da var. Babamla birlikte haftasonlari gider salam, sucuk, pastirma, yufka, kadayif, meze gibi guzel kokan seyler alirdik:) Guzel kokan diyorum cunku sarkuterilerin baharatimsi kokusuna bayilirim ben :)Hala da o dukkanlara girdigimde nedensiz bir mutluluk hissederim :)
Cuma kahvaltisi ne guzel bir icatmis!

 

sen de yorum yaz

yorumlari kapat