Cumartesi, Ekim 01, 2005

senin sehrin sana, benim sehrim banadir (ozcaylak antropoloji servisi sunar)

ne zaman olduk, nasil olduk, oldugumuz yerde niye durmadik da oraya buraya yayildik ve en onemlisi simdi neden boyleyiz gibi sorularin tumune cevap arayan bilim dalina antropoloji denir. bir de uzerine tarih ekleyince -sanki cok ayriymis gibi- o zaman bugun nye boyleyiz sorusunun cevabini bilmeye dogru bir adim atmis olursunuz.

bu sorular icinde 'ne zaman olduk' en basit -ve bence onemsiz- olani ve cevabini fiziksel antropoloji ile arkeoloji elele ariyorlar. dunyayi kazdikca cevaba yaklasiyoruz; su anda da cevaba 'yeterince yakin' oldugumuzu soyluyorlar isi bilenler. 80bin yil gibi bir zaman vermisler fizyolojik anlamda modern insanin (homo sapiens sapiens) tarihine. 85bin veya 75bin olmasi neyi degistirir bilmiyorum, dunyanin yasi 4.5 milyar yil cunku. biz insanlar dunyanin acemisiyiz hala, bunu bilmek yeter.

'nasil olduk' sorusunu cocugum sorsa ona -sirayla- once evrim teorisini anlatirim sonra da yaradilisi. "ya evrimi yaratan tanriysa" diye sordugu zaman da ona dondurma ismarlarim "seni cok bilmis sipa" diyerek. sonra da sunlari okumasini isterim:
i. "is there an artificial god?". douglas adams kendi sormus kendi cevaplamis.
ii. "akilli tasarim" - n. emrah aydinonat bilimin bu meseleye bakisini net sekilde ozetlemis.

insandan ve toplum olusundan bahsederken kalabalik girizgah yapmaktan baska bir care goremedigim icin buraya kadar olan kismi okudunuz. simdi nispeten yakin zamana kadar hizli bir ozet:

olduk, olur olmaz aciktik, karnimizi doyurmak icin avlandik ya da topladik. avladiklarimiz ve topladiklarimiz azaldikca da yayildik. sonra tarimi (uretmeyi) ogrendik, bunu ogrenince de ektigimizi bicene kadar bekledigimiz 'topraklarimiza' yerlestik ve biraz olsun durulduk elhamisukur. sonra karnimizin acligi ile baslayan ihtiyaclar silsilemiz gelistikce gelisti ve onlarin pesinden kosarak kitlesel gocler yaptik, bu gocler esnasinda onumuze gelene bin tekme turunden tatsizliklar yasandi. vardigimiz noktada artik sinirsiz hale gelmis ihtiyaclarimiz nedeniyle sinirli kaynaklarin pesinden yayilmaya devam ediyoruz. en son bir kismimiz irak'a yayildi, bir baska kismimiz yasantimizin icine yayilmakla mesgul, bir digeri komsusunun tarlasina iki metre girse acaba n'olur diye dusunuyor.

dedim ya dunyanin acemisiyiz hala; bir oturamadik kicimizin uzerine hababam arkalara, 'bos yerlere' dogru ilerliyoruz, ilerlerken de yine bildik oyun: onumuze gelene bin tekme.

onumuze gelene bin tekme diye ite kaka yayilirken sehir ve ulke alma isine fethetmek deniyor. turkler acisindan en unlu fetih isi istanbul'un fethi suphesiz. bu yuzden o en unlu ornekle devam etmek isterim. surlardan iceri girmek fetihin bir kismi, sonrasinda ise sehrin nufusunu degistirmek var. hemen baska sehirlerden halk ithal edilmis ve bu halk sehrin muhtelif kesimlerine yerlestirilmis. yerlestiklere yere onlari baglayan asli unsur geldikleri 'memleketleri' olmus, yasadiklari sehir yerine. bu yuzden 'kurulan' sehirler ekonomik siniflara gore katmanlasirken (varos, getto) 'fethedilen' istanbul mahallelesmis; icinde kucuk bir aksaray olmus mesela. nahalle denilen olusumda zengini de fakiri de cahili de bilmisi de birarada yasarlar, mahallelilik diye bir baska aidiyet vardir icinde ve bu aidiyet sehirlilikten daha guclu olabilir. ote yandan bir de koyler var(mis)istanbul'un icinde ki onlar da zaten mahalle ile benzer yapiya sahip olmalarinin yanisira 'sehire' ait olmamak gibi bir baska karakteristik ozelligi daha paylasiyorlar.

diyecegim o ki istanbul surekli bir 'istanbullu' kitligi yasamis. modern zamanlarda tablo cok da degisik degil, hala kendini istanbullu goren insan sayisi kit. goc ile gelenler birgun geri doneceklerini umarak geliyorlar ve yer-les-mi-yor-lar. bu her turlu goc icin gecerli: avrupa'ya goc eden isciler de yerlesmediler, daha yeni yeni yerlesiyorlar kusak sayisi arttikca. ayni sey istanbul icin de gecerli. adi fetih de olsa goc de olsa sonradan gelen yerlesmiyor -niye yerlesmedigi apayri bir konu, icinde cok farkli faktorler var. yerlesmeyerek -bilmeden de olsa- yasadigi sehire kotuluk yapiyor; sehirden aldigini sehire vermiyor, sehire kendini vermiyor. 'memleketine' donecegi gunu iple cekerken bindigi otobuste ayakta sikis tepis gecirdigi zamani 'gurbette cile doldurmak' olarak goruyor. oyle gormeseydi belki duzeltmeyi denerdi 'devlet buna bi sey yapsin' demek yerine.

her gun esenler'de, haydarpasa'da, kapikule'de berlin'de, schiphol'de binlerce yeni 'fetih' yapiliyor. fetheden 'hazira konmak' ile 'donecegi gunu beklemek' arasinda gezinirken hic 'orali olmuyor'. yasadigi sehirle tek alakasi 'basini sokacak yer' duzeyinde kalmasaydi hic degilse o dis cephe sivasini yapardi be. biz basimizi sokalim da mimari arkadan gelsin.


gereksiz bilgiler: bu yazi yazilirken

  • sehrimizin sonbahar birasindan (grolsch herfstbok) icildi.
  • incubus-certain shade of green , joss stone-some kind of wonderful, peter sellers (dr. strangelove kiliginda)-she loves you, iksir-ayse venus'te, afghan whigs-lost in the supermarket (aslen clash sarkisi olan), balanescu quartet-luminitza, blue man group-endless column, david bowie-suffragette city ve creedence clearwater revival-the midnight special dinlendi
  • iki adet camel icildi
  • buzdolabi 3-4 kere acilip icine manasizca bakilip geri gelindi
  • tanrinin eli konya'da goruldu